Bu Blogda Ara

8 Ocak 2013 Salı

HAMİT ZÜBEYİR KOŞAY VE ANADOLU’DA ETNOARKEOLOJİ’NİN GELİŞİM SÜRECİ




                                                                                     M.A. Fecri POLAT

1. HAMİT ZÜBEYİR KOŞAY

a-) Hayatı

Hamit Zübeyir Koşay (Levha I), Ufa İli’nin Tilenkçi Tamak Köyü’nde 1897 yılında doğmuştur. Babası dönemin âlimlerinden Ubeydullah Efendi, annesi Nurizade Hanım’dır. Dedesi Abdulcabbar Efendi, sayılı zenginlerden Halfin Ailesi’nin daveti üzerine Ik Nehri boyundaki Tamyan’dan gelerek yukarıda adı geçen köyde medrese kurmuştur.[1]

Hamit Zübeyir Koşay, daha dokuz yaşında iken, eniştesi olan tanınmış bilginlerden Rızaeddin Fahreddin’in katkısıyla 1909 yılında Selanik Merkez Rüştiyesi’ne yatılı talebe olarak gönderilmiştir. Osmanlı idaresine göre eğitim öğretim yapılan bu okulda öğrencilerin çoğu Yahudi, Yunan, Arnavut ve Bulgardı. Okuduğu sırada Abdülhamit olan ismi hocaları tarafından Hamit olarak değiştirildi. Daha sonra Hamit Zübeyir ismini kullandı.

Rüştiye’yi 1912’de başarılı bir şekilde bitirmiş, Sultaniye (Lise) sınıfına geçmiştir. Balkan Harbi başladıktan sonra ise okulları hastane olarak kullanılmış ve oda arkadaşları ile birlikte yaralı askerlere bakmakla görevlendirilmiştir. Selanik Yunanlılara bırakılınca arkadaşları ile birlikte Avusturya konsolosluğuna başvurur ve vapurla İstanbul’a dönerler.

Hamit Zübeyir Koşay, iki sene kadar İstanbul’da göçmen öğrenciler için açılan sınıfta okudu. Daha sonra kendi isteğiyle Kadıköy’deki Dar’ül Müallimin’e nakledildi. Son sınıfta iken Macaristan’a gidip orada yüksek tahsil yapmak istemiş, fakat gidemeyince mezun olduktan sonra Kadıköy’de eski okulunda beden eğitimi öğretmen vekilliği yapmıştır. Bu yıllar içerisinde Darülfünun (Üniversite)’da Macarca ve Etnografya derslerini aldı. Daha sonra İttihat ve Terakki’nin verdiği devlet bursu ile Macaristan’a gitti.

“Hamit Zübeyir, Macaristan’ın Budapeşte şehrinde Rüşdiyeye öğretmen yetiştiren Padagogium’a girdi. Birinci Cihan Savaşı esnasında bursu gelmedi, buna rağmen yılmadı, mezun oldu. Daha sonra Prof. Gyula’ Nemeth’in delaleti ve bir Macar asilzadesinin yardımıyla Yüksek Öğretmen Okulu olan “Eövtös Kollegium’a kabul edildi, yaz tatilinde Lehistan Başbakanının yazlık evinde misafir olarak birkaç hafta kalarak Lehistan’ı da görmüş oldu. 1922’de İsviçre’de Lozan Türk Yurdu’nun açtığı yarışmaya Izgü Mescid adlı eser ile katılarak, birinciliği kazandı ve 150 Frank ödül aldı. Türk Silah Adları konulu doktora tezi ile 1923 senesinde Lisaniyat ve Türkoloji’den doktora payesi kazandı. Daha sonra 1924 yılında Almanya’ya giderek Prof. Bang Kaup’un derslerini de takip etti. Burada Devlet Kütüphanesi ve müzelerde incelemelerde bulundu.”[2]

1917’de Çarlık Rejimi yıkıldıktan sonra Rusya Müslümanlarının Müftüsü olan Eniştesi Rızaeddin Fahri Sibirya’ya sürülür ve orada ölür. Bu nedenle artık Rusya’ya dönememiştir.

1925 yılında İstanbul’a döner. İstanbul Üniversitesine kadro nedeniyle giremeyince, Maarif Vekâleti Kütüphaneler Müfettişi, üç ay içinde de Hars, Asar-ı Atika, Kütüphaneler Şube Müdürü oldu.

“…Kısa süre sonra Maarif Vekaleti Müzeler Dairesi Müdürü, Ankara Etnografya Müzesi Kurucusu ve Müdürü, Maarif Vekaleti Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürü oldu. 1929–1949 Nisanı’na kadar bu görevi başarı ile yürüttü. Bir ay Talim ve Terbiye üyeliği yaptıktan sonra, kendi arzusu ile ikinci defa Ankara Etnografya Müzesi Müdürlüğü’ne getirildi.”[3]

1962 yılında yaştan dolayı emekli oldu. İki yıl daha müdür vekilliği 1964–1969 yılları arasında Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nde Müşavirlik yaptı. Daha sonra emekli oldu.
“Macarca, İngilizce, Almanca bilen Phil. Dr. Hamit Zübeyir Koşay, soyadı kanuna göre Manas Destanında adı geçen Kuzey Türklerinin efsanevi kahramanlarından KOŞAY’ın adını soyadı olarak seçti.”[4]

1925 yılında Naime Hanım ile evlendi. Kızı Erdem Kayıran’dan Etel ve Hanze adında iki torunu vardır. 1 Ekim 1984 tarihinde öldü.

c-) İlmi Kişiliği

Hamit Zübeyir Koşay 87 senelik yaşamında müzeciliği çağdaş bir seviyeye ulaştırmak için uğraşmıştır. Bunun yanında dil, tarih, folklor ve arkeoloji alanında önemli çalışmalar yapmıştır. Atatürk’ün Tarih Tezi konusunda çalışmalar yaptı. İspanya’da yaşayan Basklar’ın Türk unsurları taşıdığını belirledi. Anadolu’da arkeolojik araştırmaların başlaması ile birlikte birçok bilim adamı ile tanışmış, özellikle prehistorya ve protohistorya alanlarında çalışmalar yapmıştır. Yazıları ve yaptığı kazılarla tanınan Koşay, aynı zamanda folklor ve etnografya alanında da eserler vermiştir.

Yurtdışı eğitiminden sonra, yurtta etnograflık yapmış, bunların yanında şiirler de yazmıştır.

“Bu arada çeşitli kongreler dolayısıyla Macaristan, Lehistan, Estonya, Finlandiya, Almanya, Amerika, İngiltere, Fransa, İsveç, İsviçre, İtalya, Yugoslavya, Bulgaristan, Romanya, Suriye, Lübnan ve Mısır’ı ziyaret etmiştir.”[5]

Koşay, ayrıca birçok ilim kurullarında üyelik yapmıştır.[6]

Ayrıca, Koşay, Kültür Bakanlığından 50. yıl Hizmet Beratı, Türk Tarih Kurumu’ndan 50. yıl Hizmet Plaketi, İstanbul Müzeler Derneği’nin en eski Müzeci Ödülü, Kültür Bakanlığından da 1980 yılında en iyi halk bilimcisi ödüllerini almıştır.

c-) Eserleri

Hamit Zübeyir Koşay, çeşitli zamanlarda değişik konuda yayınlanmış çok sayıda eseri vardır(Bu eserlerin kaynakçaları için)[7] Hayatta olduğu sırada bir kısım makalelerini toplayarak, Makaleler ve İncelemeler adlı eserde yayınlamıştır.

“…Etnografya ve folklor bizim için bir süs ve eğlence olmasının çok üstünde hayat taşır…” diyen Koşay, Etnografya, Folklor, Tarih ve Kültür Tarihi, Müzeler, Arşivcilik, Kazılar hakkında eserler yazmıştır.

















2. HAMİT ZÜBEYİR KOŞAY VE ANADOLU’DA ETNOARKEOLOJİ

Anadolu Arkeolojisi’nde etnolojik veriler kullanarak yorumlama, ilk kez Hamit Zübeyir Koşay(Levha I)’ın 1930’ların ortalarından itibaren yapmaya başladığı çalışmalarla başlamıştır. Ancak, teorik temellerinin bu dönemden sonra atılmasına rağmen arkeologların etnografik verilerden faydalanması neredeyse 19. yüzyıla kadar uzandığı iyi bilinmektedir. Fakat 1960 öncesi yapılan çalışmalar daha çok arkeologlar tarafından kullanılmak üzere yazılan etnografik çalışmalar niteliğindeydi. Ancak yinede Türk arkeolojisinde faydalanılan, mimari dışındaki ilk bilim dallarından biri etnografyadır.[8] 

1930’ların başlarında başlayan etnografya araştırmaları, Türkiye’de gelecekteki arkeolojik çalışmalar için önemli bir veri kaynağı olmuştur. Bu durum 1930’ların başlarında Türk arkeologlar tarafından yürütülen kazıların başlamasıyla doğrudan ilişkilidir. Bu yıllarda Mustafa Kemal Atatürk, Osmanlı öncesi Türk kültürünün yeniden canlandırılmasıyla ilgili olarak bir program başlatmıştır. Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’nın ardından gelen kargaşa döneminden sonra, Atatürk bir ulusal bilinç ve birlik yaratma arayışına girmiştir. Bu hedefleri gerçekleştirmek ve Anadolu’nun uzak geçmişini yeniden ortaya çıkarmak için 1931 yılında Türk Tarih Kurumu kurulmuş, bu kurumun kurulması aynı zamanda Türk arkeolojisinin gelişmesi açısından da büyük faydalar sağlamıştır.[9]

Geçmişle günümüz arasındaki kültürel devamlılık fikrinin geliştirilmesi için Birinci Türk Tarih Kongresi’nde ortaya atılan Türk Tarih Tezi, yine Atatürk’ün bu dönemde Almanya başta olmak üzere, İtalya, Sovyetler Birliği ve Çin gibi birçok ülkenin ulusal anlamda geçmişini sağlam temellere dayandırma politikasına karşı bir duruştur.[10]

Türk Tarih Tezi’nin içeriğinin büyük bir kısmını kültürel devamlılık konusu oluşturur ve bu dönemde arkeoloji Anadolu-Türk toplumlarıyla Osmanlı öncesi toplumlar arasında bağlantı kurma fikrine hizmet etmektedir.

Hamit Zübeyir Koşay, bu yıllarda Türk Tarih Kurumu’nun kurucularından biri ve Etnografya Müzesi’nin müdürü olarak hizmet vermektedir. Atatürk kendisine Osmanlı öncesi Türk toplumunun arkeolojik kazılarla açığa çıkarılması görevini vermiştir. Bu dönemde Türk arkeolog sayısı oldukça azken, Avrupa ülkelerine arkeoloji eğitimi almak için gönderilenlerin kazı tecrübesi de yeterli seviyede değildir. Bu boşluk döneminde, Hamit Zübeyir Koşay Anadolu topraklarının birçok yerinde bu sürecin gelişmesinde önemli rol taşıyan kazı ve araştırmalar yapmıştır. Bunlar arasında 1930’lu ve 40’lı yıllarda gerçekleştirilen Alacahöyük, Ahlatlıbel, Kumtepe, Pazarlı, Büyük Güllücek ve Mahmatlar sayılabilir. Koşay bu kazılar sırasında, arkeolojik kayıtlarla, civar köylerdeki etnografik veriler arasında benzerlikler kurmuş, sonuç olarak da onun bu öncü çalışmaları, Türkiye’de arkeolojik ve etnografik çalışmaların birlikte ele alınması açısından bir başlangıç oluşturmuştur.[11]

Koşay ilk çalışmalarından biri olan 1939’da basılmış Etnografya ve Folklor Kılavuzu adlı eserinde, ilkel yaşayan toplumlardan, geçmiş toplumlarla ilgili önemli bilgiler alınabileceğini vurgulamış[12] ve etnografik analojinin önemine değinerek bu yöntemin, özellikle üretimle ilgili konularda prehistorik dönem toplumlarının anlaşılmasında büyük önem taşıdığına değinmiştir. Örneğin köy mimarisi, hasat ve bunda kullanılan tarım aletleri, ilkel tarım yöntemleri, depolama, çanak çömlek üretimi gibi konularda yapılan etnografik çalışmaların prehistorik toplumların anlaşılması konusunda önemli ipuçları vereceğini belirtmiştir.

Akile Ülkü ile 1932 yılında yaptığı (ve 1963’te Türk Etnografya Dergisi’nde yayınlanan) Anadolu’da İptidai Çanak-Çömlekçilik adlı çalışmasında Koşay, Anadolu’da ilkel çömlek üretim tekniklerini incelemiştir. Bu çalışması arkeolojik çalışmalarda kap üretim metotlarının ve form değişikliklerinin anlaşılmasında önemli bir kaynak olmuştur.[13] Bu çalışmada kapların üretim aşamaları; kil hazırlama, form verme, perdahlama, pişirme ve satışa çıkarma gibi süreçlerde sıralanarak ele alınmıştır(Levha XII-XIV).

Koşay aynı zamanda kırsal Anadolu’daki toplumsal yaşamı ve çiftçilik uygulamalarını da belgelemiştir(Levha II-III). Alacahöyük kazıları sırasında, modern Alaca köyünü, önceki binyıllardaki toplum yapısını daha iyi anlamak için etnografik bakış açısıyla incelemiştir. 1951 yılında yayınlanan Anadolu’nun Etnografya ve Folkloruna Dair Malzeme I: Alacahöyük adlı eserinde modern Alaca köyündeki konut yapım tekniklerini, ev içi yaşantısında kullanılan aletleri, tarım yöntemlerini, tarla sürmeyi de kapsayan, hasat, depolama ve bu işlerde kullanılan aletleri de belgeleyerek yayınlamıştır.[14] Alacahöyük dışında arkeolojik yerleşimlerle bağlantılı olarak yaptığı belli başlı çalışmalar arasında, Karaz (Levha VIII), Güzelova (Levha X-XI) ve Kültepe-Karahöyük Köyü (Levha V) sayılabilir. Koşay’ın yaptığı bu çalışmaların asıl önemi, özellikle arkeolojik yerleşimlerin yakınındaki köylere yoğunlaşılmasıdır. Böylece Koşay, arkeolojik verilerle modern köylerden topladığı verileri bir arada değerlendirme imkânı bulmuştur.

Koşay’ın yaptığı bu gibi etnografik çalışmalar, günümüzde yapılacak gözlemlerin geçmiş maddesel kültürleri anlamadaki önemini vurgulamıştır. Onun elde ettiği somut veriler, Etnoarkeoloji’nin Türkiye’de giderek uzmanlaşılmış bir alt disiplin olarak gelişmesine öncülük etmiştir. Diğer yandan bunları, modern anlamda etnoarkeolojik çalışmalar olarak değerlendirmek doğru değildir.

1968 yılında başlatılan Keban Barajı Projesi ise Anadolu Etnoarkeolojisi için önemli gelişmelerden biridir. Bu bakımdan Keban Projesi’nde Hamit Zübeyir Koşay’ın önemli bir rol üstlenmesi de önemli bir gelişmedir. Bu proje kapsamında özellikle Pulur-Sakyol kazısı sırasında yaptığı etnolojik çalışmalar[15] sonucunda, sular altında kalacak olan arkeolojik bir yerleşim ve bu yerleşimin hemen civarında yer alan ve yine sular altında kalacak modern bir köy bir arada belgelenmiştir (Levha XV-XVI). Arkeolojik belgeleme yanında etnolojik belgelemeye de verdiği önemi Koşay’ın şu cümlelerinden anlamaktayız:

“Keban Projesi altında Keban Barajı yapımı dolayısıyla su altında kalacak höyüklerde kazılar yapılacak eski kültür eserleri ortaya çıkarılırken halen bu topraklar üzerinde yaşayan halkın maddi ve manevi kültürü de ihmal edilemez ve bunun eski çağlar ile ilişkisi inkâr olunamazdı.”[16]

SONUÇ

Etnoarkeoloji adı altında yapılan birçok çalışma aslında birer etnografya çalışmasıdır. Çok güzel etnografik çalışmalar yapılmasına karşın, bunların etnoarkeolojik çalışma olabilmesi için arkeolojik kazılar sonucu ortaya çıkan malzeme ile birlikte değerlendirilmesi gerekir. Yoksa sadece güzel bir etnografik çalışma kalır.

Hamit Zübeyir Koşay,  yaptığı kazılar sırasında arkeolojik kayıtlarla, civar köylerdeki etnografik veriler arasında benzerlikler kurmuş, sonuç olarak da onun bu öncü çalışmaları, Türkiye’de arkeolojik ve etnografik çalışmaların birlikte ele alınması açısından bir başlangıç oluşturmuştur.

İki bilim dalından elde etmiş olduğu bilgi ve belgeleri birleştirerek yeni bir disiplin olan etnoarkeoloji alanında başarılı çalışmalar yapmış ve Anadolu’nun etnoarkeolojisini başlatmıştır.















[1] Hamit Zübeyir Koşay, Makaleler ve İncelemeler, Ankara, 1974, s. Arka Kapak.
[2] Muhammet Beşir Aşan, “Hamit Zübeyir Koşay’ın Hayatı ve Eserleri”, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Kuruluş ve Gelişmesine Hizmeti Geçen Türk Dünyası Aydınları Sempozyumu Bildirileri, Erciyas Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Merkezi Yayınları, Kayseri, 1996, s. 69.
[3] Muhammet Beşir Aşan, “Hamit Zübeyir Koşay’ın Hayatı ve Eserleri”, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Kuruluş ve Gelişmesine Hizmeti Geçen Türk Dünyası Aydınları Sempozyumu Bildirileri, Erciyas Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Merkezi Yayınları, Kayseri, 1996, s. 70.

[4] Hamit Zübeyir Koşay, Makaleler ve İncelemeler, Ankara, 1974, s. Arka Kapak.
[5] Muhammet Beşir Aşan, “Hamit Zübeyir Koşay’ın Hayatı ve Eserleri”, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Kuruluş ve Gelişmesine Hizmeti Geçen Türk Dünyası Aydınları Sempozyumu Bildirileri, Erciyas Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Merkezi Yayınları, Kayseri, 1996, s. 71.
[6] Muhammet Beşir Aşan, “Hamit Zübeyir Koşay’ın Hayatı ve Eserleri”, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Kuruluş ve Gelişmesine Hizmeti Geçen Türk Dünyası Aydınları Sempozyumu Bildirileri, Erciyas Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Merkezi Yayınları, Kayseri, 1996, s. 71.

[7] Muhammet Beşir Aşan, “Hamit Zübeyir Koşay’ın Hayatı ve Eserleri”, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Kuruluş ve Gelişmesine Hizmeti Geçen Türk Dünyası Aydınları Sempozyumu Bildirileri, Erciyas Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Merkezi Yayınları, Kayseri, 1996, s. 71–79.

[8]Turan Takaoğlu, “Ethnoarchaeology in Turkey. A historical approach” Ethnoarchaeological Investigations in Rular Anatolia I, Ege Yayınları, İstanbul, 2004, s. 15.
[9]Turan Takaoğlu, “Ethnoarchaeology in Turkey. A historical approach” Ethnoarchaeological Investigations in Rular Anatolia I, Ege Yayınları, İstanbul, 2004, s. 16.
[10]Turan Takaoğlu, “Ethnoarchaeology in Turkey. A historical approach” Ethnoarchaeological Investigations in Rular Anatolia I, Ege Yayınları, İstanbul, 2004, s. 16.
[11]Turan Takaoğlu, “Ethnoarchaeology in Turkey. A historical approach” Ethnoarchaeological Investigations in Rular Anatolia I, Ege Yayınları, İstanbul, 2004, s. 17.
[12] Hamit Zübeyir Koşay, Etnografya ve Folklor Kılavuzu, Ulusal Matbaa, Ankara,  1939, s. 12.
[13]Hamit Zübeyir Koşay, Ülkü A. “Anadolu’da İpdidai Çanak-çömlekçilik”, Türk Etnografya Dergisi 5: 89–93, 1964, s. 89.
[14] Hamit Zübeyir Koşay, Les Fouilles d’ Alaca Höyük, Ankara, 1951.
[15]Hamit Zübeyir Koşay, Pulur: Etnografya ve Folklor Araştırmaları, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Keban Projesi Yayınları, Ankara, 1977, s. 1.
[16]Hamit Zübeyir Koşay, Pulur: Etnografya ve Folklor Araştırmaları, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Keban Projesi Yayınları, Ankara, 1977, s. III.

4 Ocak 2013 Cuma

TÜRKİYE’DE ARKEOLOJİNİN BAŞLAMASI VE GELİŞİMİ

                                                                                   M.A. Fecri POLAT


1.Cumhuriyet’in İlk Yıllarında Kurulmuş Olan Kurumlar

Osmanlının son zamanlarında devletin her alanında olduğu gibi arkeolojide de çok kötü bir tablo vardı. Casuslar arkeolog adı altında araştırma yapıyorlardı. Osmanlının yıkılmasıyla her alanda olduğu gibi Anadolu’da da arkeoloji için yeni bir safha başladı.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında devlet yeni savaştan çıkmış, halk yorgun ve Osmanlı dönemindeki geri kalmışlığı geride bırakmak için bütün yurt harıl harıl çalışmaktadır.

Bu dönemde Atatürk yeni devletin güçlenebilmesi ve iyi kararlar verebilmesi için geçmişini bilmesi gerektiğine inanmaktadır. Bu sebeple Atatürk Tarih ve Arkeolojinin birer bilim dalı olarak kurulmasını sağlamıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında yurt dışına arkeoloji eğitimi görmesi için insanlar yollanmaya başlandı.

İlk kazı Atatürk önderliğinde Ahlatlıbel'de başlatıldı.

Atatürk aynı zamanda yurt çapında yaptığı gezilerde tarihin korunma altına alınması gerektiğini görmüş ve bu konuda yapılması gerekenleri belirtmiştir. Bunlar:

1.Her türlü tarihi vesika, malzeme ve abideleri bulmak, toplamak ve muhafaza ve restore etmek,
2.Memleket içinde ve dağınık bir halde açıkta duran tarihi eserleri tahrip olunmak, çalınmak, satılmak, ziyana uğramak ve zamanla kendi kendine harap olmak tehlikelerinden masun bulundurmak için hükümetçe bütün tedbirler alınmak,
3.Hükümet otoritelerinin ve belediyelerin yakın ilgi, takip ve mesuliyetleri altında Cumhuriyet Halk Partisi’nin Halk Evreleri’ne ve parti organlarına açtıracağı sürekli ve usanmaz bir propaganda faaliyeti ile ve Basın Yayın Umum Müdürlüğü nezareti ve takibi altında günlük gazete ve mecmualarda yapılacak sürekli, tesirli, popüler neşriyatla, bu milli tarih mallarını asıl sahibi olan Türk Halkına muhafaza ettirmek,
4.Gerek içeride ve gerek dışarıdaki müzeler ve kütüphanelerde mevcut eski eserlerin ve tabloların kopyalarında koleksiyonlar vücuda getirmek,
5.Ankara, İstanbul, Bursa, İzmir, Edirne’de muayyen devirlere ve kültürlere ait eserleri toplayarak bu şehirleri büyük üslupta birer ‘eski eserler ve abideler merkezi haline koymak’,
6.Ecnebi tarih ekspedisyonların büyük sermayelerle başardıkları kazıları, ileride mali kudretimizin vüs’atlı zamanında yapak üzere, şimdilik, küçük mikyasta kazılar tertibi ile arkeolojik ve antropolojik araştırmalar ve keşifler yapmak,
7.Memleket içinde ve dışındaki mühim kazı ve keşif yerlerine seyahatler tertip ederek bulunan tarihi eserler ve abideler üzerinde ilmi tetkikler yapmak,
8.Hükümete düşen işleri, bu projeleri uygulamakla görevli komisyonların hükümet nezdinde takip etmeleri,
9.Yabancı bilim müesseseleri ile ve otoritelerle, mütehassıslarla işbirliği kurmak,
10.Kültür Bakanlığı’nın verimli yardımını, işbirliğini sağlamak.
Şeklindedir.

Bu amaçlar doğrultusunda Atatürk çeşitli üniversiteler kurar. Kurduğu bu üniversitelerde arkeoloji ve tarih ile ilgili bölümler açar. Bu sayede Avrupa’dan çeşitli nedenlerle ve II. Dünya Savaşı yüzünden, Türkiye’ye kaçan bilim adamlarına kucak açar ve onları bu üniversitelere alır.

1931 yılının 15 Nisan’ında Türk Tarih Kurumu açılır. Bu dönemde Mustafa Kemal Atatürk mirasının yarıdan fazlasını araştırmalar için bağışlar. Bu sayede ülkede konuyla ilgili büyük seferberlik başlar. 5 Kasım 1922’de ilk kez arkeolojik, etnolojik eserlerin toplanması ve değerlendirilmesi öngörülür.

Müzecilik geniş bir şekilde ele alınmıştır. Türkiye’de bu dönemde kurulmuş olan müzeler:
Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi 1923, Edirne Müzesi 1923, Antalya Müzesi 1923, Adana Müzesi 1924, Bergama Müzesi 1924, Ankara Etnografya Müzesi 1925, Tokat-Amasya-Sinop Müzeleri 1926, İzmir-Sivas Müzeleri 1927, Kayseri Müzesi 1929, Afyonkarahisar Müzesi 1931, Denizli-Çanakkale Müzeleri 1932, Samsun-Van Müzeleri 1933, Ayasofya Müzesi 1934, İznik-Diyarbakır Müzeleri 1934, Manisa Müzesi 1935, Alanya-Silifke-Isparta Müzeleri 1935, Niğde-Kütahya Müzeleri 1936, İstanbul Resim ve Heykel Müzesi 1937 kurulmuştur.

Topkapı Sarayı 3 Nisan 1924’te açılmıştır. Bu müze Cumhuriyet Dönemine ait bir müzedir. Ayrıca Residence Anıtı’nın Cumhuriyet zamanında müze haline gelmesi önemli bir gelişmedir. Ayasofya Camii o dönemde tamamen müze haline getirilmiştir.

Atatürk Topkapı ziyareti sırasında Piri Reis’in Amerika Kıtası Haritasını görmüş ve bunu gizlemek yerine çıkarılıp bütün dünyaya gösterilmesini istemiştir. 1932 yılında ise Türk Dil Kurumu açılmıştır. Türk Dili’nin önemini, kültürünü ve toplumlarla olan ilişkilerini araştıracak bir nesil o gün çok önemliydi. 9 Ocak 1936’da Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi açılmıştır. Atatürk aslında Türk Milleti hakkında yapılacak bütün araştırmaları yine Türk İnsanı tarafından yapılmasını istemiştir. Kurulmuş olan fakülte 40 kişilik bir kontenjanla işe başlamıştır. Daha sonraları bu fakültede çeşitli diller hakkında bölümler açılmıştır. Almanya’da tezini yayınlamış olan Sedat Alp 1940 yılında doktorasını yapar ve ilk Türk Hititolog olarak Türkiye’ ye gelir ve Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesine asistan olur. Ayrıca, 1922 yılında kurulmuş olan Efkaf-ı İslamiyye adı altında Türk İslam Eserleri Müzesi, 1930’da kurulmuş olan Alman Arkeoloji Enstitüsü, 1931’de kurulan ve ilk Türk Arkeoloji Enstitüsü olan İstanbul Arkeoloji Enstitüsü ve Fransız Arkeoloji Enstitüsü Cumhuriyet döneminde açılmış olan kurumlardır. Bu kurumlar yurt dışından gelmiş olan bilim adamları ve arkeologlara kucak açmıştır. Türkiye’nin en iyi arkeologları bu kurumlarda yetişmişlerdir.

2. Cumhuriyet’in İlk Yıllarında Yapılan Kazılar ve Araştırmalar:

Cumhuriyet Dönemi’nin önemli arkeologlarından Makridi Bey Osman Hamdi Bey zamanında yetişmiştir. 1925 yılında Milli Eğitim Bakanlığı’nın onayı ile kendisi Ankara Tren Gar’ının hemen arkasında ki Tümülüslerde kazılara başlamıştır. Bu kazının önemi Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitim Bakanlığı tarafından bilimsel olarak gerçekleştirilen ilk kazı olmasıdır. Ayrıca Atatürk’ün o dönemde bizzat gidip ziyaret ettiği ve yerinde inceleme yaptığı kazılardan ikisi ise Hamit Zübeyir Koşay’ın 1932 yılında Ankara’da yaptığı Gazi Orman Fidanlığı Sondaj’ı ve 1933’te yapılan Haymana yolu üzerinde Ahlatlıbel’de Maarif Vekili Reşit Galip ile yaptığı kazılardır. Bu kazılar Cumhuriyet döneminin ilk kazıları oldukları için büyük önem taşırlar. Ayrıca Atatürk’ün buraları bizzat ziyaret etmesi bu bilime verdiği önemi gösterir.
Çorum ilinin Songurlu ilçesinde bulunan Alacahöyük’te kazı yapılmıştır. Bu kazıya Koşay’ın yanında Remzi Oğuz Arık’ta katılmıştır. Bu kazı dünya çapında büyük yankı uyandırmıştır. Burada Tunç Çağı’na ait Ön Asya Arkeolojisi’nin en zengin örnekleri ortaya çıkmıştır. Bu sırada arkeoloji ilk kez halkbilim ile özdeşleşmiştir.
Klasik arkeoloji alanında yapılan çalışmaların ve sistemli araştırmanın öncülerinden Ord. Prof. Dr. Arif Müfit Mansel İstanbul Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü kurucusudur. Aynı zamanda Türkiye Arkeoloji Bilimi’nin kurucularından birisidir. Kendini dünya platformlarında yetiştiren bir arkeologdur.

İlk çalışmalarına 1930’da Balaban Ağa Mescid’inde başlamıştır. Mansel Atatürk’ten aldığı destekle 1932 Yalova Kaplıcaları’nda 1936-1938’de Trakya’da çalışmalarına başlar. Burada özellikle Tırak Tümülüslerinde önemli sonuçlar elde eder. Daha sonra Antalya’da araştırmalarına devam eder. Perge ve Side antik kentlerinde yüzey araştırması yapar. Bunun ardından burada kazılara ve düzenlemelere başlar. Ayrıca burada ilk yerel arkeoloji müzesi olan Side Müzesi’ni kurar. Bu müze Türkiye’nin tanıtımına büyük katkıda bulunur. Ayrıca Türk Tarih Kurumu’nun desteği ile Kuştepe, İzmir/Namazgâh ve İstanbul/Sarayburnu’nda çeşitli araştırmalar yapılmıştır. Aynı şekilde Türk Tarih Kurumu’nun desteği ile 1933 yılında Ankara’ya 60 kilometre kadar uzaklıkta Karalar bulunmuştur. Burası Golatlar Dönemine ait bir yerdir. 1934 yılında Göllüdağ, 1937’de Ankara Kalesi, Çankırıkapı, Pazarlı, Etiyokuşu/Çubuksuyu kazıları yapılır. Cumhuriyet’in ilk yıllarında yapılan diğer kazılar şunlardır: 1925’te yapılan Horozny, Kültepe/Kaniş kazıları yapılan ilk kazılardan bazılarıdır. Bu kazıları gerçekleştiren arkeologların çoğu Türkiyelidir.

1946'da Kılıç Kökten başkanlığında Antalya'daki Karain kazılarına başlandı. Karain Mağarası, Anadolu'nun en büyük doğal mağaralarından ve Tarihöncesi yerleşmelerinden biridir. Arif Müfid Mansel, Perge (1946) ve Side (1947); Bahadır Alkım, Karatepe (1947); [[Tahsin Özgüç/Kutlu Emre], Kültepe (1948) ve Altıntepe'de Urartu Kalesi (1959); Ekrem Akurgal, eski İzmir(Smyrna), Foça, Sinop; Afif Erzen, Van'da Urartu (1961); Kenan Erim Afrodisias (1961); Nimet Özgüç, Acemhöyük (1962) ve Samsat (1978); Nezih Fıratlı, Uşak Selçikler (1966) kazılarını yürüttüler. Ufuk Esin, 1968'de Tepecik'te, 1971'de Tülintepe'de kurtarma kazılarını yönetti. Bu yöre 1975'te Keban Baraj Gölü'nün dolmasıyla birlikte sular altında kaldı. Gene Ufuk Esin'in 1978 sonrasında, [Karakaya Barajı|[Karakaya Baraj]] suları altında kalan Değirmentepe'de kurtarma kazıları yaptı. Türkiye'de yazılı belgelerden ya da toprak üstündeki kalıntılardan yola çıkılarak yapılan planlı kazılara örnek olarak Boğazköy, Kültepe ve Efes kazıları gösterilebilir. Türkiye'de son yıllardaki en önemli kazı alanlarından biri Zeugma'dır. Gaziantep'te Nizip'in 10 kilometre doğusunda ve Fırat Irmağı'nın batı kıyısında bulunan, Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerine ait antik kentte, Birecik Barajı'nın suları altında kalacağı için 2000 yılında kurtarma kazılarına başlandı. Bu kazılarda çok önemli mozaikler ve buluntular ortaya çıkarıldı. Son yıllarda, Bodrum'da sualtı arkeolojik araştırmalarına büyük önem verilmeye başlandı. Türkiye'nin ilk sualtı arkeoloji müzesi olan Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi'ne bağlı olarak yürütülen çalışmalar sonucu denizden çıkarılan birçok buluntu bu müzede sergilenmektedir. (Özgür Ansiklopedi'den alıntılar yapılmıştır...)

Anadolu’nun Geçmişi ve Önemli Bulgular:

Anadolu’da yapılan araştırmalar sonucunda özellikle Alacahöyük ve civarında çeşitli güneş kursları ortaya çıkmıştır. Burada yapılan incelemelerde aynı zamanda Tunç Çağı’na ait çok sayıda eserde ortaya çıkmıştır. Anadolu’nun 6000 yıllık bir medeniyet geçmişi olduğu anlaşılmıştır. Tıpkı Mezopotamya ve Mısır’da olduğu gibi Anadolu’nun da bir kültür merkezi olduğu ve medeniyetlerin hemen hepsine beşiklik ettiği ortaya çıkmıştır. Mısır, Kish, Mari, Ur ve Truva gibi kentlerden çıkan bulgular ortak bir kültüre işaret etmektedir. Buradaki buluntuların cinsine bakıldığında ise Orta Asya ortak kültürünün olabileceği düşünülmüştür. Ayrıca yapılan araştırmalarda Türkiye’de birçok sayıda medeniyetin yaşadığı ve bu medeniyetlerin yaşadığı yerlerin kültürel bir düzen içerisinde olduğu ortaya çıkmıştır. Bu kültür düzeni bu alanların yerleşime eskiden beri elverişli olduğunu göstermiştir.
Ayrıca Hitit gibi eski bir medeniyetin Anadolu’da yaşadığı ortaya çıktı. Yapılan kazılarda Hititlerle ilgili çok sayıda eser bulunmuştur. Bunun en önemli örnekleri Ankara ve çevresinde ortaya çıkmıştır.

O dönemde yapılan araştırmalarda, Osmanlı Dönemine ait eserlerde bulunmuştur. Özellikle Atatürk kendi yaptığı bir incelemede Piri Reis’in Amerika Kıtası Haritasını bulduğunu söylemiştik. Bu haritanın bütün dünyaya ve Amerika’ya gösterilmesi gerektiğini söylemiştir. Bu gibi eserler sayesinde Türklerin medeniyette ve ilimde ne kadar ileri gittiklerini görmekteyiz. Çünkü Türkler Avrupalılar tarafından yüzyıllarca geri kalmış, barbar, sadece kaba kuvvetten anlayan insanlar olarak algılamışlardır. Bu yüzden olacak ki Ulu Önder Piri Reis’in bu haritasını bütün dünyaya göstermek istemiştir. Ayrıca Türklerin eskiden beri birçok eseri korudukları ortaya çıkmıştır. Bu da Türklerin hoşgörü anlayışını ortaya koymuştur. Anadolu’daki etnik yapıyı birleştirici eserler ortaya çıkmıştır. Bu arada Hititlerin başkenti Hattuşa ortaya çıkmış ve o da bugünkü Ankara’dır. Eskinin en büyük medeniyetlerinden biri olan Hititlerin başkenti Cumhuriyetimizin başkenti olarak seçilmiştir.

SONUÇ:

Günümüze kadar dünya üzerinde birçok medeniyet süre gelmiştir. Bu medeniyetlerden en gelişmiş olanları Mısır, Mezopotamya, Yunan ve Roma Medeniyetleridir. Bu medeniyetlere beşiklik eden yer ise Anadolu’dur. Anadolu üzerinde bütün bu medeniyetlerin izlerine rastlanmaktadır.

Mısır gibi medeniyetlere uzak olmasına rağmen bu medeniyetlerin izlerini de taşır. Bu da eskiden beri Anadolu ve diğer medeniyetler arasında bir haberleşmenin veya bir ticaretin olduğunun göstergesidir. Zaten Anadolu tamamıyla ticaret yolları üzerindedir. Burası medeniyetler arasında bir köprü gibidir. Zengin doğal kaynakları, yeryüzü şekilleri, tarıma ve yaşamaya elverişli alanları, iklimi ve jeopolitik konumu buranın devamlı istilaya uğramasına sebep olmuştur. Yapılan bu çalışmalar esnasında işte Anadolu’nun bu yönü ortaya çıkmıştır.
Cumhuriyet Yönetimiyle birlikte, geçmişini bilmeyen geleceğini bilemez ilkesinden yola çıkılarak Mustafa Kemal Atatürk’ün konuya olan hassasiyeti vasıtasıyla tarihimiz araştırılmaya başlanmış ve bu sayede ne kadar zengin topraklar ve ne kadar güzel bir tarihi kaybetmemek için can verdiğimizi öğrenmişiz. Yurdumuzun her karış toprağının ne kadar önemli olduğu ortaya çıkmıştır. Özellikle Atatürk’ün hasta yatağında bile Trakya Kazıları’ndan eserler görmek istemesi onun bu işe ne kadar önem verdiğini göstermiştir.

KAYNAKÇA

Ana Britannica: Cilt 2, 1986.
Akurgal, Ekrem, Anadolu Uygarlıkları, Net turistik Yayınlar, 1998.
Akurgal, Ekrem, Anadolu Kültür Tarihi, Tübitak Popüler Bilim Kitapları, Ankara, 1998.
Arkeoloji ve Sanat Dergisi, Cilt I / 1–10.
Başgelen, Nezih, Arkeoatlas, Cilt I / 32–33, 2002.
Bahn, Paul, Arkeolojinin ABC'si, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 1999.
Ceram , C.W., Tanrılar Mezarlar ve Bilginler(Arkeolojinin Romanı), Remzi Kitabevi, İstanbul, 1999.
Ceram, C.W., Tanrıların Vatanı Anadolu, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1999.
Erdur, Oğuz, Güneş Duru, Arkeoloji: Niye, Nasıl, Niçin?, Ege Yayınları, İstanbul.
Karagöz, Şehrazat, “Atatürk ile Arkeoloji ve Tarih”, Arkeoloji ve Arkeologlar Derneği Dergisi, III. 22–24.
Lloyd, Seton, Türkiye Tarihi(Bir Gezginin Gözüyle Anadolu Uygarlıkları) , Tübitak Popüler Bilim Kitapları, Ankara,1998.
Özdoğan, Mehmet, Arkeoatlas, Cilt I / 10–30, 2002.
Özdoğan, Mehmet, Türk Arkeolojisinin Sorunları ve Koruma Politikaları, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 2001.

1 Ocak 2013 Salı

ARKEOLOJİ NEDİR?




M.A. Fecri POLAT


Eski Yunanca arkhaios: Eski, logos: Bilim anlamındadır. Arkeoloji kelime manası ile eskinin bilimidir. Arkeolog terimi M.S. ilk yüzyıllara kadar Yunanistan'da sahnede dramatik mimiklerle eski efsaneleri canlandıran aktörler için kullanılıyordu. Bugünkü anlamını ise 17. yüzyılda yaşamış bir doktor ve Lyons antikaları uzmanı olan Jacques Spon tarafından kazandırılmıştır.

Kavram olarak arkeoloji: Eski medeniyetleri maddi kalıntıları yolu ile inceleyen bir bilimdir. Geçmişte yaşayan insanların elinden çıkan, yarattığı her türlü eseri keşfeden, bilimsel yöntemlerle ortaya çıkaran, inceleyen bilim dalıdır. Tarihteki eksik noktalar, bilinmeyenler yine arkeoloji tarafından ortaya çıkarılır. Arkeoloji birçok bilimle işbirliği içinde çalışmaktadır. Bunların başında tarih ve sanat tarihi gelir. Bunlar dışında da jeomorfoloji, kronoloji, stratigrafi, antropoloji, botanik ve nümizmatiği sayabiliriz.

Diğer Tanımlar ve Yorumlar:

"İnsanın geçmişini geride bıraktığı maddi kültür belgelerine dayanarak inceleyen bilim dalıdır. Maddi kültür belgesi, uygarlık tarihinin başlangıcından, yani insanoğlunun ilk aleti yarattığı andan bu güne değin, gene insanın yaptığı ya da doğada bulduğu biçimi ile kendi gereksinimleri için kullandığı gereçlerin tümüdür." (Ana Britannica)

"Madde kültür varlıklarını estetik kaygılardan uzak olarak inceler. Sadece sanat eserleri değil edebiyat dışındaki tüm kültür varlıklarını inceler."(Prof. Dr. Orhan Bingöl)

"Eski medeniyetleri maddi kalıntıları yolu ile inceleyen bir ilimdir. Eski çağlardan zamanımıza kalmış her eserin incelenmesi arkeolojinin içine girer. Somut kalıntılardan dolayı arkeoloji geçmişteki insan emeği olarak da tarif edilebilir. Arkeoloji bir takım yardımcı bilim kollarından da yararlanır." (Secda Saltuk)

"Arkeolojinin geçmişinde olagelmiş her şeyin yüzde 99,99'dan fazlasında, herhangi bir tür kanıt varlığını bir saniyeden fazla sürdürememiştir. Yine de geriye kalan sayısız örnek arasında kanıt yüzdenin milyonda birinin sadece küçücük bir kesitinde varlığını devam ettirir. Ve yine, arkeoloji tarafından daha küçük bir bölümü yeniden eski haline kavuşturulan bu kesitin de, daha küçük bir kısmı doğru olarak yorumlanabilmiştir." (Robert Bednarik)

"Arkeoloji sonsuz bir arayıştır, asla bir sonuç olamaz; gerçek bir varış noktası olmayan edebi bir yolculuktur. Her şey deneme aşamasındadır ve hiçbir şey nihayetine ulaşmamıştır." (Paul Bahn)

"Toprağın üstündekilere ne kadar sahip çıkıyorsak, toprağın altındakilere de o kadar sahip çıkmalıyız." (Mustafa Kemal Atatürk)

İnsan yaşamı boyunca insan eliyle işlenmiş olan bütün kalıntıların incelenmesi arkeolojinin içine girer. Arkeolojinin incelediği her şeyde bir insan emeği söz konusudur.

Arkeolojinin incelediği en eski döneme tarihöncesi dönem adını veriyoruz. Tarihöncesi, insanın ilk maddi kalıntısından (ilk tarihi kalıntıyı bırakmasından), yazının ortaya çıkışı ve yaygın bir şekilde kullanılışına kadar geçen süreyi kapsar. Biyolojik olarak insanın yaşamı daha önceye tarihlense de ilk alet yapımı ve bu deneyimini daha sonraki kuşağa aktarması 4–4.5 milyon yıl öncesine dayanmaktadır.

Bu dönem yazının bulunması ile son bulmuştur. Yazının bulunup yaygın bir şekilde kullanılması ise, günümüzden yaklaşık 5000 yıl önce olmuştur. Yazının ortaya çıkışından günümüze kadar sadece 5000 yıl geçmiş olması, tarihöncesi dönemin ne kadar tekdüze olmayan uzun bir süreç olduğunu anlamamız için önemlidir.

insanlar ya da en azından insansı canlılar, yaklaşık 3 milyon yıldır yeryüzünde yaşamaktadırlar… potasyum-argon yöntemleri, daha alt insan ailesinden canlıların fosillerinin, 5 milyon yıl gibi daha da eskiye tarihlenebileceğini ortaya koymaktadır. Buna karşın, henüz tam anlamıyla insanın nasıl tanımlanması gerektiği konusunda bazı sorunlar bulunduğu gerekçesiyle, yuvarlak bir sayı olan 3 milyon yıl öncesini başlangıç olarak alalım. 3 milyon yıllık bir sürenin ne kadar uzun olduğunu anlamak güçtür. Eğer 3 milyon yıllık bir süreyi bir gün olarak varsayarsak, şöyle bir görünüm ortaya çıkar: Şimdiki zaman gece yarısıdır ve İsa 57 saniye önce doğmuştur. İlk yazılı tarih 2 dakika 20 saniye önce başlamıştır. 23:57’den önceki her olay da tarih öncesi ile bağlantılıdır.”(Robert J. Braidwood)

Tabii ki bu uzun süreçte hiçbir şey durağan değildir. Her şeyin sürekli ve uzun sürede değiştiğini düşünürsek, insanın gelişimini ve bıraktığı maddi kalıntıların değişim sürecini daha iyi kavramış oluruz. Bu süre içinde insanın kültürü, beslenme alışkanlıkları ve yaşam tarzı değişim gösterir. Bu kadar uzun ve kendi içinde değişiklik gösteren bu süreci tek bir bölüm veya dönem olarak incelemek olanaksızdır. Bu nedenle bu süreç çeşitli dönemlere ayrılmış ve bu şekilde incelenmiştir.

Arkeolojinin bilim olarak ortaya çıktığı ilk dönemlerde, tarihöncesi süreç, sadece insanların bırakmış olduğu aletler ile tanınmaktaydı. İşte bu nedenle ilk arkeologlar aletleri, hammaddeleri ve biçimlendirme teknolojilerine göre; Yontmataş Devri, Sürtmetaş Devri (Cilalı taş), Bakır Çağ, Tunç Çağ, Demir Çağ gibi bölümlere ayırıyorlardı.

Bu bilim dalı geliştikçe bu ayrımın yerini; avcılık, toplayıcılık ve ilk çiftçi topluluklar dönemi gibi beslenme alışkanlıkları ya da yaşam biçimine dayalı ayrımlar almıştır. Bu dönemler ise aşağıda olduğu gibi sıralanmıştır.

Prehistorik Arkeoloji: (İnsanoğlunun ilk üretimi gerçekleştirdiği kabaca M.Ö. 2.5 milyon yıldan yazının icadı olan M.Ö. 3000 tarihine kadar olan dönemlerin arkeolojisi, Prehistorik arkeolojinin Neolitik devrimin başladığı M.Ö. 8000 civarından yazının icadı olan M.Ö. 3000 tarihine kadar olan dönemi bazı ülkelerde Protohistorya veya Protohistorik arkeoloji olarak kabul edilir)

Historik Arkeoloji: Daha çok Yeni Dünya arkeolojisi için kullanılan bu terim yazının icadından sonraya ait kültürlerin arkeoloji olarak kabul edilir. Diğer bir deyişle yazıya sahip toplumların arkeolojisidir. Örneğim Amerika kıtasında 1492 sonrası Historik arkeoloji kapsamına, 1492 öncesi ise “pre-Columbian” olarak adlandırılır. Bu düşünce ile bakıldığında Eski Dünya arkeolojisinde bu uygulanabilir bir terim değildir. Çünkü burada yerleşmiş bir gelenek var. Örneğin Yunan ve Roma uygarlıkları historik dönemlere aittir ama bunlarla uğraşan arkeolojiye Klasik arkeoloji diyoruz. (örneğin Ortaçağ Arkeolojisi, Ortaçağ Sonrası arkeoloji, Osmanlı arkeolojisi….)
Klasik Arkeoloji Yunan ve Roma Uygarlıkları- (Klasik uygarlık/medeniyet= Yunan+Roma)

Endüstriyel Arkeoloji: Endüstriyel arkeoloji genellikle Batı Avrupa’da büyük ölçekli endüstriyel devrim ve sanayi üretimin başladığı 18. yüzyıl ve sonrasının arkeolojisi olarak algılanmıştır.

Çağdaş Arkeoloji:

Prehistorik arkeoloji: İnsanoğlunun ilk kez üretimi gerçekleştirmeye başladığı Paleolitik dönemden M.Ö. 3000 yılında güney Mezopotamya’da Sümerler tarafından yazının icadına kadar olan döneme “prehistorya” (pre= ön, historya= tarih) veya tarih öncesi arkeoloji denir. Bu prehistorik arkeoloji olarak ta adlandırılır. Bu anlamda prehistorik arkeoloji yazı öncesi yani tarih öncesi toplumlarla uğraştığından yazıya sahip kültürlerin arkeolojisi olarak değerlendirilir.

Klasik Arkeoloji: Batı uygarlığının temellerini oluşturan Yunan (Grek/Helen) ve Roma uygarlıkları üzerine yoğunlaşan arkeolojiye Klasik arkeoloji denir. Örneğin Mısır, Yunan ve Roma gibi uygarlıklarda tarihsel arkeolojinin birer parçalarıdır. Fakat Yunan ve Roma arkeolojiler çok uzun bir sürelik geleneğe sahip olduğundan daha çok Klasik Arkeoloji kapsamında değerlendirilirler.”(Takaoğlu, 2009).








KAYNAKÇA
Akurgal, Ekrem, Anadolu Uygarlıkları, Net turistik Yayınlar, 6.Baskı, 1998.
Ana Britannica, Cilt 2, 1986.
Bahn, Paul, Arkeoloji'nin ABC'si, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 1999.
Braidwood, Robert J., Tarih Öncesi İnsan, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 1995.
Lloyd, Seton, The Art of the Ancient Near East, Thames And Hudson, 1961, Great Britain.
Özdoğan, Mehmet, Arkeoatlas, Cilt I / 10-30, 2002.
Saltuk , Secda, Arkeoloji Sözlüğü, İnkılap Kitapevi, İstanbul, 1997.
Takaoğlu, Turan, Arkeolojide Teori ve Metot I Ders Notları, Çanakkale, 2009.