Bu Blogda Ara

3 Ocak 2013 Perşembe

ARKEOLOJİ BİLİMİNİN ORTAYA ÇIKIŞI VE GELİŞİMİ

                                   
                                                                    M.A. Fecri POLAT

Arkeolojinin ortaya çıkışı geçtiğimiz yüz yılda yani 19. yüzyılda olmuştur. Daha önceleri insanlar geçmiş ile ilgili bilgileri antik tarihçilerden öğreniyorlardı. Fakat verilen bilgiler çok eskiye uzanmamaktaydı. Bunun yanı sıra kutsal kitaplar da bir takım efsanevi tarihi bilgiler vermekteydi (özellikle Tevrat). İlk eski eserlere ilgi ve arkeolojinin bir disiplin olarak ortaya çıkması 15. ve 16. yüzyıllara rastlar. Bunun nedeni Rönesans hümanistlerinin antik çağ sanat yapıtlarına yönelmeleriydi. Gene 15. ve 16 Yüzyıllarda İtalya'da papalar, kardinaller ve soylular eski yapıtları toplamaya ve yeni antik sanat ürünlerinin bulunması için yapılan kazılara mali destek sağlamaya başladılar. Bu sırada Kuzey Avrupa'da da antik kültürlere benzer biçimde ilgilenen kişiler ortaya çıktı. Onlarda İtalya'daki koleksiyonculara özenip eski yapıtları toplamaya giriştiler. Böylece tarihte ilk kez eski yapıt koleksiyonculuğu başladı.

Yunan ve Roma sanatına ilginin giderek artması ve 18. yüzyılda İtalya'da Pompei ve Hercalaneneum adlı iki Roma kentinin kazılması arkeolojinin gelişmesinde önemli rol oynadı. J.J. Winckelmann, bu kazılar üzerinde yazdığı yazılarla ve hazırladığı değerli taş koleksiyonu kataloguyla arkeoloji alanında çalışan ilk bilim adamı oldu. Bundan sonra klasik arkeoloji, bir dizi arkeologun çalışmalarıyla daha sağlam bir temel üzerine oturmaya başladı.

Öbür taraftan Napeleon 1789'daki Mısır seferinde birlikte getirdiği bilginlere ülkedeki antik kalıntıları belgeleme olanağı verdi. Böylelikle Mısır arkeolojisinin ilk adımları atıldı ve bu belgeler Description de L'Egypte (1808–25; Mısır'ın Tanımı) adlı yapıtta yayımlandı. Bu sıralarda artık arkeoloji bir bilim olarak kabul görmeye başladı. Bu bilgilere dayanarak Jean François Champallion Hiyeroglifleri yani eski Mısır yazısını çözdü. Bundan sonra bilginlerin Mısırlılardan kalma sayısız yazılı belgeyi okumaları Mısır arkeolojisinin en büyük aşamasını oluşturdu. Daha sonra çeşitli bilim adamlarının Mısır'ın çeşitli bölgelerinde yaptıkları kazılar sonucu Mısır Arkeolojisi çok daha sağlam bir temel üzerine oturdu. Eserlerin birikmesi sonucunda yavaş yavaş arkeoloji müzeleri açıldı ve eserler buralarda toplanmaya başladı.

Bu sırada Mezopotamya'da hazine ve sanat yapıtı bulma tutkusuyla höyükler gelişigüzel kazılmaya başlandı. 1840'da bu düzensiz kazıların yerini daha sistemli kazılar almaya başladı. 1846'da Henry Creswicke Rawlinson Mezopotamya çivi yazısını çözmeyi başardı. 19. yüzyılın sonlarına doğru yapılan sistemli bir kazıyla, Mezopotamya'da Babiller ve Asurlulardan önce yaşamış ve daha önce bilinmeyen Sümerlerin varlığı saptandı. Sümer uygarlığına ilişkin en ilginç kazı Sir Leonard Wooley tarafından 1926'da Ur'da yapıldı ve Ur kral mezarları gün ışığına çıkarıldı.

Bu dönemde Osmanlı İmparatorluğu'nun toprakları önem kazanmaya başladı. Anadolu'da kültür birikimi o kadar fazlaydı ki batı ve güney kıyıları adeta açık hava müzesi niteliğindeydi. Osmanlı İmparatorluğu'nun arkeolojiye karşı duyarsızlığı yabancı bilim adamları ve mezar soyguncuları için büyük bir fırsat oluşturmuştur ve diğer devletler Osmanlı Toprakları üzerinde izinli kazılar yapmaya başlamışlardır.

Osmanlı'da bu yağma 1900'lü yıllara kadar devam etti. Bu sırada Osmanlı'da eski eserleri korumaya yönelik Asar-ı Atika Kanunu(1874) kabul edildi. Ancak bu Anadolu'daki yağmayı daha da arttırdı. Çünkü bu yasaya göre yabancı bir bilim adamı kazı yapmak isterse saraya başvurmak zorunda ancak şöyle bir şart var: Çıkan eserlerin üçte biri Osmanlı İmparatorluğu'nun, üçte biri çıkaranın ve üçte biri toprak sahibinin olacak şekilde.

Bu böyle bir süre devam etti. Bu sırada Fethi Ahmet Paşa önderliğinde ilk arkeoloji müzesi Abdül Mecit zamanında kuruldu(1846) ve bu müzeye eserler toplanmaya başlandı. 1874 yılında eserlerin toplanması için bir arkeoloji okulu gündeme geldi 1875 yılında okulun kurulması için kanun çıktı. Bu okulun adı Asar-ı Atika mektebiydi. Kuruluş amacı kazı yapabilen ve eski eserleri tanıyan bilim adamları yetiştirmekti. Ancak çeşitli etkenlerle bu proje hayata geçirilemedi.

Ancak 19. yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı arkeolojiye daha bilinçli yaklaşmaya başladı. Osman Hamdi Bey adında kültürlü, bilime ve özellikle arkeolojiye meraklı bir memur 1877 yılında müze komisyonuna seçildi. Osman Hamdi Bey müzenin başına getirildi ve yeni bir müze kurulmasını istedi. Sonunda bir arkeoloji müzesi yapılmasını sağladı ve tüm kazılara denetleyici olarak gitti. 2. Asar-ı Atika'nın(1884) çıkarılmasını sağladı. Buna göre Osmanlı topraklarında kazı yapma hakkı sadece Osmanlıya ve çıkan eserler yine sadece Osmanlı İmparatorluğu'na ait olacaktı (Türk arkeolojisi Osman Hamdi Bey öncesi ve Osman Hamdi Bey sonrası diye ikiye ayrılmaktadır)

Osman Hamdi Bey (30 Aralık 1842, İstanbul - 24 Şubat 1910, İstanbul)

Büyük Figürlü Kompozisyonlarıyla Batılı Anlayışta resmin Türkiye'deki ilk temsilcisi sayılan ressam, müzeci ve arkeologdur.

Sadrazam İbrahim Erdem Paşa'nın oğludur. 1857'de hukuk öğrenimi için babası tarafından Paris'e gönderildi. Ama bir süre sonra Paris Güzel Sanatlar Yüksek Okulu'nda resim derslerine katılmaya ve özel atölyelere devam etmeye başladı. Bu arada arkeoloji derslerini de izledi. Katıldığı 2. Paris Dünya Sergisi'nde gümüş madalya kazandı. 1896'da İstanbul'a döndü, olarak Bağdat'a gönderildi. Oradaki memuriyeti sırasında resim çalışmalarını sürdürdü. 1871'de İstanbul'a döndü ve saraya Teşrifat-ı Hariciye müdür yardımcısı olarak atandı. 1875'te Hariciye Umur-u Ecnebiye kâtip olarak atandı, 1876'da Abdülaziz'in tahtan indirilmesiyle bu görevden alındı. 1877'de Altıncı Daire müdürlüğüne atandı. 4 Eylül 1881'de Müze-i Hümayun müdürlüğüne atandı. Bu tarihten sonra kültür ve sanat alanındaki çalışmaları yoğunlaştı. Bu görevi sırasında Osmanlı toprakları içindeki taşınabilir bütün sanat ürünlerini, toplama, koruma ve sergileme düşüncesiyle çalıştı. Çinili Köşk'te yer alan koleksiyon için 1891–1907 arasında mimar Alaxander Vallaury ile Arkeoloji Müzeleri binasını yaptırdı. 1884'te yeni bir Asar-Atika Nizamnamesi'nin çıkarılmasına ön ayak oldu. Müze müdürlüğü sırasında pek çok kazı başlattığı gibi, İskender Lahti'nin çıkarıldığı 1887 Sidon/Sayda kazısına kendisi de katıldı.

Osman Hamdi Bey 1887 Yılında Sidon/Sayda kentinde yaptığı kazılarla başta İskender Lahdi olmak üzere 20 kadar lahit ele geçirir ve bunları İstanbul’a taşıtır.

Arkeolog T. Reinach ile birlikte Sayda kazısıyla ilgili önemli bilgilerin bulunduğu Necropole Royale du Sidon ve heykelci Ervant Oskan'la birlikte Le Tumulus de Nemwoud Dagh adlı kitapları hazırladı. Sanay-i Nefise Mekteb-i Âlisi’nin (bugün Mimar Sinan Üniversitesi) açılması için büyük çaba harcadı. 1882'de müdürlüğüne getirildiği bu okulun 1883'te eğitime başlamasını ve Avrupa sanat okulları niteliğinde çağdaş bir sanat kurumu olmasını sağladı. Osman Hamdi Bey arkeolojik eserlerin incelenmeden önce korunması mantığını yerleştirmeye çalışan ilk profesyonel Türk arkeologudur.

KAYNAKÇA
Akurgal, Ekrem, Anadolu Kültür Tarihi, Tübitak Popüler Bilim Kitapları, Ankara, 1998.
Akurgal, Ekrem, Anadolu Uygarlıkları, Net turistik Yayınlar, 1998.
Bahn, Paul, Arkeolojinin ABC'si, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 1999.
Ceram, C.W., Tanrıların Vatanı Anadolu, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1999.
Ceram , C.W., Tanrılar Mezarlar ve Bilginler(Arkeolojinin Romanı), Remzi Kitabevi, İstanbul, 1999.
Lloyd, Seton, Türkiye Tarihi(Bir Gezginin Gözüyle Anadolu Uygarlıkları) , Tübitak Popüler Bilim Kitapları, Ankara,1998.
Özdoğan, Mehmet, Arkeoatlas, Cilt I / 10-30, 2002.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder